Hayali Gezegenim
  Misir piramitlerinin sirri
 

Mısır Piramitleri'nin Sırrı




MISIR PİRAMİTLERİNİN SIRLARI

Her biri 20 ton olan taşlardan inşa edilmiştir ve bu taşları temin edilebilecek en yakın mesafe yüzlerce kilometre uzaklıktadır. Bu taşların nasıl getirildiği konusunda kesin olmayan farklı varsayımlar bulunmaktadır.
 
Piramit, kimin adına yapıldıysa, onun bulunduğu odaya, yılda sadece 2 kez güneş girmektedir. (doğduğu ve tahta çıktığı günler)
 
Mumyalarda radyoaktif madde bulunduğundan mumyaları ilk bulan 12 bilim adamı kanserden ölmüştür.

Piramitlerin içerisinde ultra sound, radar, sonar gibi cihazlar çalışmamaktadır.

Kirletilmiş suyu, birkaç gün Piramit’in içine bıirakırsanız; suyu arıtılmış olarak bulursunuz.

Piramit’in içerisinde süt, birkaç gün süreyle taze kalır ve sonunda bozulmadan yoğurt haline gelir.

Bitkiler Piramit’in içinde daha hızlı büyürler.

Piramit’in içine bırakılmış su, 5 hafta süreyle bekletildikten sonra yüz losyonu olarak kullanılabilir.

Çöp bidonu içindeki yemek artıkları, hiç koku vermeden Piramit içinde mumyalaşır.

Kesik, yanık, sıyrık gibi yaralar büyükçe bir Piramit’in içinde daha çabuk iyileşme eğilimi gösterir.

Piramitlerin bazı odalarının içinde ne olduğu hakkında bir bilgi yoktur; araştırmacıların çoğu, ya içinde kayboldular ya da aynı yerde birkaç tur attılar, fakat içlerini göremediler.

Piramitlerin içi yazın soğuk kışın sıcak olur

Büyük Piramitin açilari,Nil’in delta yöresini iki esit parçaya bölerler.

Gize’deki üç piramit aralarinda bir Pitagor üçgeni olacak sekilde düzenlenmislerdir. Bu üçgenin kenarlarinin birbirlerine göre orani 3: 4 :5′dir.

Büyük Piramitin tabininin yüzeyi,anitin yarisinin iki katina bölündügünde pi=3,14 sayisi elde edilir.

Büyük Piramitin dört yüzeyinin toplam yüzölçümü,piramit yüksekliginin karesine esittir.

Büyük Piramit,dünyanin kara kitlesinin merkezinde yer aliyor.

Büyük Piramit,dört ana yöne göre düzenlenerek insa edilmistir.

Piramit dev bir günes saatidir.Ekim ortasiyla Mart basi arasinda düsürdügü gölgeler mevsimleri ve yilin uzunlugunu gösterirler.Piramiti çeviren tas levhalarin uzunlugu bir günün gölge uzunluguna esittir.Bu gölgelerin tas levhalar üstinde gözlenmesiyle günün 0,2419 bölümünde yilin uzunlugu yanlissiz olarak saptanabiliyordu.

Büyük Piramit’le dünyanin merkezi arasindaki uzaklik,Kuzey kutbuyla arasindaki uzakliga esittir ve kuzey kutbuyla dünyanin merkezi arasindaki uzakliga esittir.

Piramitin yüksekligiyle,çevresi arasindaki oran,bir dairenin yari çapiyla çevresi arasindaki oranin dengidir.Dört kenarlar dünyanin en büyük ve çarpici üçgenleridir.

Gizde’den geçen boylam,dünyanin denizleriyle anakaralarini iki esit parçaya böler.Bu boylam ayrica,kara üstünden geçen en uzun kuzey-güney yönlü boylam olup,bütün yer kürenin uzunluguna ölçümünde dogal sifir noktasini olusturur.

Büyük piramitin tepesi Kuzey kutbunu,çevresi ekvatorun uzunlugunu temsil eder.Ve iki uzunluk ayni mikyasa uygunluk gösterir.

 

                               Daha geniş alırsak ;

 

Piramitlerin içerisinde ultra sound, radar ve sonar türü hiçbir cihaz çalışmamaktadır. Çöp

bidonu içindeki yemek artıkları, hiç koku vermeden piramitlerin içinde mumyalaşır. Derideki

kesik, yanık, sıyrık gibi yaralar büyükçe bir piramidin içinde içerideki ortamdan ötürü

daha çabuk iyileşir. Kirletilmiş bir suyu, birkaç gün piramidin içine bıraktığınızda; suyu

arıtılmış olarak bulursunuz. Her biri 2 ila 15 ton arasında olan taşlardan inşa edilmiştir ve bu

taşları temin edilebilecek en yakın mesafe yüzlerce kilometre uzaklıktadır. Bu taşların nasıl

getirildiği konusunda kesin olmayan farklı varsayımlar bulunmaktadır. Piramit, kimin adına

yapıldıysa, onun bulunduğu odaya doğduğu ve tahta çıktığı günler olmak üzere yılda sadece

2 kez güneş girmektedir. Mumyalarda radyoaktif madde bulunduğundan mumyaları ilk bulan

12 bilim adamı kanserden ölmüştür. Piramitlerin bazı odalarının içinde ne olduğu hakkında

hiçbir bilgi yoktur; araştırmacıların çoğu, ya içinde kayboldular ya da aynı yerde birkaç tur

attılar, fakat içlerini göremediler. İçeri girip bir müddet yürüdükten sonra eğer yalnızsanız ve

geçtiğiniz yerlere tanıyacağınız bir işaret koymadıysanız çok büyük olasılıkla çıkışı bir daha

bulamaz, yolunuzu kaybedersiniz.

Mısır piramitleri günümüzden ortalama 4500 yıl önce inşa edilmiştir. Dünyanın 7

harikasından ayakta kalan tek eser Gize’deki Keops Piramididir. Bu Piramide Firavun Khufu

döneminde inşa edildiği için “Khufu Piramidi” de denir. M.Ö. 2560 yılında inşa edilmiştir.

Bu piramidin yapımında 100 000 kölenin ter döktüğü ve tamamlanmasının ise yaklaşık 30 yıl

sürdüğü düşünülmektedir. Firavunun odası tabandan 40 metre yüksekliktedir. Firavunun özel

eşyaları bu odada bulunmaktadır. Odanın uzunluğu 10,5 metre, genişliği 5, yüksekliği ise 6

metredir.

Yapıldığı zaman boyu 145 metreden fazla olduğu düşünülen bu piramit 4300 yıl

boyunca dünyanın en yüksek mimari eseri olarak kalmıştır. Boyu zamanla aşınmadan

kaynaklı olarak yaklaşık 10 metre kadar alçalmış ve günümüzdeki yüksekliği 138 metreye

inmiştir. Dörtgen şeklindeki tabanının bir kenarının uzunluğu ise 227 metredir. Ağırlıkları en

hafifi 2 - 2,5 ton, en ağırı ise 10-15 ton olan 2 300 000 adet taş bloktan yapılmıştır. Yakınında

kendisinden daha küçük olan Kefren ve Mikorinos piramitleri de vardır.

Yaklaşık olarak M.Ö. 450’de Heredotos bütün hazinesini tüketince, kız kardeşini

belli bir miktar getirmesini emrederek bir geneleve gönderecek kadar soysuz bir firavun olan

Khufu hakkında anlatılan bir öyküyü nakletmişti. Sadık kız kardeş kendisinden istenileni

yerine getirmişti. Ama yattığı erkeklerin sayısının dışında başka bir şeyle anımsanacağı

umuduyla yattığı her erkekten kendisine bir taş hediye etmesini de istemişti. Nakledilen

bilgiye göre Nil nehri yakınlarındaki Gazze platosunda hala ayakta duran dev piramitlerden

birini bu taşlarla inşa ettirmişti.

Heredotos yazdığı sırada piramitler birkaç bin yıllıktı. Bununla birlikte o zamandan

(Heredotos’un yaşadığı dönemden) günümüze kadar geçen iki bin yıldan uzun bir süreye

rağmen piramitlerin kökeni konusunda garip teoriler hiç eksik olmadı.

Bazı Ortaçağ yazarları, piramitlerin Kutsal Kitap’ta söz edilen Yusuf Peygamberin

Mısır’da bolluk yıllarında tahıl depolamak için kullanıldığı tahıl ambarları olduğuna

inanıyorlardı. Son zamanlarda, piramitlerin güneş saati ve takvim, astronomi gözlemevleri,

gözlem araçları ve UFO’lar için yer istasyonları oldukları söylenegelmiştir.

En yaygın kabul gören teoriye bakılırsa, piramitlerin firavun mezarları olduğunu

Heredotos biliyordu. En saygın eski Mısır bilimcilerin bu teoriye hala inanmaları nedensiz

değildir. Piramitler, Mısır mitlerinin hem güneşin batışı hem de ölümünden sonraki, yaşam

yolculuğuna bağladığı Nil’in batı yakasında dizilidir. Arkeologlar yakınlarda firavunların

öbür dünyaya yelken açtıkları törensel cenaze gemilerini bulmuşlardı. Piramitler firavun

sarayındaki çeşitli görevlilere ait olduğu sanılan diğer mezarlarla çevrilidir.

En etkili olanı da birçok piramitin içinde taş lahitler ya da tabutların bulunmasıdır.

XIX. Yüzyılda lahitlerin üzerlerindeki ya da çevrelerindeki hiyeroglif yazıların, firavunlara

bir dünyadan ötekine geçişte yardım etmek amacıyla hazırlanan büyüler olduğu anlaşılmıştı.

Gel gelelim mezar teorisi, çok önemli bir kanıttan yoksundu; bir kere bunların içinde

gömülü hiç kimse yoktu. XIX. Yüzyılda ve XX: yüzyıl başlarında kaşifler ve daha sonra

arkeologlar art arda piramitlere girdiler. (Nil vadisi boyunca seksenden fazla piramit vardır;

bununla birlikte çölün kumları altında gömülü keşfedilmeyi bekleyen yeni piramitlerin de

olması oldukça muhtemeldir). Bu araştırmacı ve arkeologlar firavun tabutları olduğunu

düşündükleri tabutlar buldular; nefeslerini tutup açtıklarında hepsinin içlerinin boş olduklarını

gördüler.

Boş mezarlar hep piramitlerin soyulmasıyla izah edilebilmişti. Elbette mezar

soyguncularının çoğu firavunların cesetlerinin değil, paha biçilemeyen hazinelerin

peşindeydiler. Ama cesetlerin gerektiği gibi saklandıkları yerleri bulmak için zaman

harcamayacaklarının söylenemeyeceği gibi saf altınla kaplı herhangi bir mumyayı geride

bırakacakları da söylenemez.

İlk mezar soyguncularının eski Mısırlıların kendileri olduğunu, onları kandırmak için

büyük çaba harcanmasından çıkarıyoruz. Örneğin Hawara’da III. Amenemhet piramidinde

giriş, hiçbir yere çıkmayan dar bir geçide götüren küçük boş bir odaya çıkar. Bu geçidin

tepesinde yirmi iki tondan ağır çeken devasa bir taş vardır. Kaygan iniş yolu izlenince tekrar

hiçbir yere çıkmayan bir üst koridorla karşılaşılır. Bir duvarda gizli bir tuğla kapı, üçüncü bir

geçide açılır, sonrabir ön odaya ve en sonunda mezar odasına ulaşmadan önce eğik iki tavan

bloğu daha geçilir.

Gene de tüm bunlar boşunaydı; Mısırlı mezar soyguncularına engel olunamıyordu.

Bu adamların kararlılıkları sadece arkeologları değil, IX. Yüzyıl Arap yöneticisi Abdullah al

Mamun gibi geleceğin hazine avcılarını da düş kırıklığına uğratacaktı. Abdullah al Mamun,

geride Khufu’nun Büyük Piramidine ilk keşif seferi olduğunu düşündüğü gezisi hakkında

ayrıntılı bir rapor bırakmıştı. Kafileyi bir dizi sahte geçit ve kapalı galerilerde dolaştırdıktan

sonra en sonunda boş lahitlerden başka bir şey bulamadığı mezar odasına ulaşmıştı.

Napolyon’un kısa süren Mısır fethinden sonra, Mısır’a giden Avrupalı kaşifler,

mücevherlerden çok kesme taşlarla ilgilenmelerine karşılık firavunların anıtlarına onların

Mısırlı ve Arap torunlarından ancak biraz daha fazla saygılı davrandılar. 1818’de sonradan

kaşif olan eski bir İtalyan sirk göstericisi Giovani Belzoni, Khufu’nun oğlu Kefren’in piramit

duvarlarını aşmak için koçbaşı kullanmıştı. Belzoni, Londra’da yaklaşan sergisi için malzeme

toplamakla uğraşırken, mezar odası olduğu düşünülen odalarda ceset arayacak kadar uzun

süre kalmıştı. Bulduğu tek kemik kalıntısı belki de firavunun cesedini kaçıran bazı eski

soyguncular tarafından bir tür adak amacıyla lahite atılan bir boğaya aitti.

Hazine ve ceset arayışı 1923’te İngiliz arkeolog Howard Carter, Tutankhamon’un

mezarını keşfettiğinde başarıya ulaştı. Carter’ın da bulduğu muhteşem ve el değmemiş hazine

düşünülürse, “Kral Tut” şimdi haklı olarak belki de en ünlü firavundu. Hazine som altından

bir tabut ve firavunun cesedi üzerinde altın bir masktan oluşuyordu.

Ne yazık ki bu keşif piramitler hakkında hiçbir şeyi kanıtlamadı. Çünkü Tutankhamon

bir piramit içinde gömülü değildi. Mezarı, Mısır Krallar Vadisi’ndeki kayaların içine

oyulmuştu. Carter’ın ekibini daha da şaşırtan şey, seferi finanse eden Kont Carnarvon’un

ölümüydü. Carnarvon, Krallar Vadisi’ne vardıktan hemen sonra, Kahire’de ölü bulunmuştu.

Mezara girmiş olan diğer iki kişi de (Önce Louvre Müzesinde Mısır antik eserleri bölümünün

başkanı, sonra da New York Metropolitan Sanat Müzesi’ndeki Mısır antik eserlerinin

korunduğu bölümün başkan yardımcısı) kısa süre sonra ölmüşlerdi.

Kaçınılmaz olarak, bu ölümler “firavunun laneti” konusunda her türden saçma sapan

spekülasyona yol açmıştı. Bir spekülasyona göre, Carter mezarda üzerinde “firavunun

huzurunu kim bozarsa, ölümün kanatları onu ortadan kaldıracaktır” yazılı bir tablet bulmuştu.

Lanet olsun-olmasın arayışı sürüyordu. 1952’de Tutankhamon’un mezarının keşfinden

sadece iki yıl sonra, George Andrew Reisner liderliğindeki Amerikalı arkeolog bir ekip,

Khufu’nun Büyük Piramidinin tabanı yakınlarında çalışıyordu. Makinenin ayaklarını

yerleştirmeye çalışan bir fotoğrafçı, rastlantı eseri kayada kesilmiş gizli bir kapının sıvasından

bir parçayı kazıdı. Böylece yukarıdan aşağıya taş duvarla kaplı otuz metre yükseklikte bir

sütunun bir parçası ortaya çıktı. Dibe ulaşmak iki hafta aldı.

Orada Reisner, Khufu’nun annesi Kraliçe Hetepheres’in tabutunu buldu. Mezar

o zamana kadar çok iyi gizlenmiş olduğundan Reisner el değmemiş bir gömüt ile

karşılaşacağını umarken, lahit boş çıkmıştı. Sadece yaşadıkları düş kırıklığını anlattıktan

sonra, arkeologlar odanın duvarında, arkasında küçük bir sandık buldukları sıvalı bir kısmın

bulunduğuna dikkat ettiler. İçinde kraliçenin mumyalanmış iç organları vardı.

Reisner’in tahmini (Aklına bundan başka bir şey gelmediğini itiraf etmişti) kraliçenin

önceden başka bir yere gömülü olması gerektiğiydi. Demek ki, soyguncular mumya sargıların

altındaki mücevherleri almak için kraliçenin cesedini kaldırdıktan sonra kalıntıları kocası ve

oğlunun yanına tekrar gömmüş olmalıydı.

Bir piramit içinde el değmemiş bir gömüt bulma umudu 1951’de eski Mısır bilimcisi

Mısırlı Zekeriya Goneim, Giza’nın dokuz kilometre güneyinde Sakkara’da eskiden

bilinmeyen bir piramidin kalıntılarını bulduğunda yeniden baş gösterdi. Bu piramit daha önce

hiç dikkat çekmemişti. Çünkü yapımcıları daha sonra çöl kumlarının örttüğü temelden başka

bir ilerleme kaydedememişlerdi. Başlangıçta, Goneim yarım kalmış bir piramidin sadece bir

firavun kalıntısı bulunursa önem kazanabileceğini düşündü. Ama bir tünelin içinde dar bir

geçidi izlerken umutları artmıştı.üç taş duvar boyunca kazarken, daha da heyecanlanmıştı; en

başta bu yol üzerinde hiçbir soyguncu bir mezarı yeniden kapatacak zamanı bulmuş olamazdı.

Piramitte mücevherlerin bulunması, nihayet burada soyguncuların hiç erişemedikleri bir

mezar olabileceğini gösteriyor gibiydi.

En sonunda Goneim, hakkında çok az şey bilinen ama gene de bir firavun olan

Sekhemkhet’e ait bir mezar odasına ulaştı. Goneim altın bir lahidi bulduğunda o ve

meslektaşları dans edip ağlayarak birbirlerini kutladılar. Birkaç gün sonra, Goneim bilim

insanları ve gazetecilerden oluşan seyircilerin önünde tabutun açılmasını istedi.

Tabutun diğer tabutlar gibi boş çıkması yeni ve büyük bir şok oluşturmuştu.

Mezarında bir firavun bulunmaması, birçoğu eski Mısır bilimcilerinin piramitlerde

gördüğü matematik düzenliliklere dayanan sayısız teorinin doğmasına neden oldu. Örneğin,

XIX. Yüzyılda İskoç astronom Charles Piazzi Smyth, Büyük Piramit’in yeryüzünün çevresini

ölçmek için bir model olarak kullanıldığını keşfetti. Ne yazık ki, Piazzi Smyth’in dikkatli

hesaplamaları, büyük miktarda molozun piramidin tabanını hala kapladığı bir zamanda

yapılan ölçümlere dayalıydı.

1974’te fizikçi Kurt Mendelssohn, piramitlerin mezarlardan çok, kamu işleri

projeleri olduğunu ve dağınık kabileler halindeki Mısırlılara ulusal bir kimlik kazandırmayı

amaçladığını öne sürdü. Mendelssohn’un teorisi sadece cesetlerin bulunmayışını değil,

mezar teorisinin bir başka çetin sorununu, yani birçok firavunun neden birden çok piramit

yaptırdığını da açıklıyordu. Örneğin, Khufu’nun babası Snefru’nun üç piramidi vardı;

öldüğünde cesedinin bunların arasında dağıtılmasını istediği kolay kolay düşünülemez.

Khufu’nun kendisinin sadece bir piramidi vardı ama burada yer altı odaları olarak tasarladığı

görülen üç oda bulunuyordu.

Birçok savunucusu olan bir başka teori, piramitlerin anıt olduğunu söylüyordu (Bunlar

ölen firavunların anıtlarıydı ama soygunculardan uzak tutmak için başka yerlere gizlenen

gerçek mezarları değildi). Cenaze takı ve süslerinin bol miktarda bulunmasına karşılık,

cesetlere rastlanmayışının nedeni buydu.

Yine de eski Mısır bilimcilerinin çoğunluğu, başka amaçlara hizmet de etmiş olsalar,

piramitlerin en başta mezar olarak inşa edildiğine inanmaya devam ediyorlar. Bunlar daha

alt düzeyde görevlilere ait olan diğer mezarlarla çevrilidir. Eski ve yeni soyguncular onların

kalıntılarının çoğunu çaldıysa bile firavunların cesetleri eskiden buralarda bulunuyordu.

Üzerinde uzlaşılan görüşe göre, piramitleri en iyi bugün (İçinde cesetlerin bulunduğu)

mastaba denilen kerpiçten dikdörtgen şeklindeki düz tepeli mezarlarla başlayan mimari

ilerlemenin parçası olarak anlayabiliriz. Daha sonra mimarlar bir düz tepeli yapıyı diğerlerinin

üzerine yerleştirmeye başlamışlar, en ünlüsü Kahire’nin güneyinde, Sakkara’da hala ayakta

duran “basamaklı piramitler” olarak bilinen yapıları inşa etmişlerdi. En sonunda birisi

basamakları doldurmayı akıl etmiş ve belki de Sakkara’nın altmış kilometre kadar güneyine

düşen Meidum’da bilinen tam bir piramit doğmuştu.

Arkeolojik gelişme, tanrıbilimsel değişikliklerle çakışmıştı. Mastabalarda bulunan

metinler, firavunun gökyüzüne piramitlerin basamaklarını tırmanarak çıkacağına inanıldığını

gösteriyor. Gerçek piramitler döneminden kalma daha sonraki metinler, Güneş-Tanrı

tapınmasını yansıtıyor ve firavunları güneşin ışınlarına yükselirken betimliyordu. Güneş

ışınlarının yeryüzünü aydınlatmasına benzetildiği kadarıyla piramidin eğimli kenarları

gökyüzüne açılan yeni yoldu.

Güneş tapımı Mısırlı mimarlara piramitleri tasarlamak için esin vermiş miydi? İlk

bakışta sadece bir merdivenin artık gökyüzüne ulaşmanın pratik bir yolu olarak görülmesi

nedeniyle, tonlarca taşın çıkarılması, taşınması ve yerlerine yerleştirilmesi olanaksız

görünüyor. Ama 4500 yıl sonra bizim için bunu kavramak ne kadar zor olsa da, Mısır halkı

bunun çabaya değdiğini düşünmüş olmalıydı (Piramitleri Yahudi köleler inşa etti şeklindeki

yaygın ve yanlış inanışa rağmen gerçekte bunları yapan Mısırlılardan başkaları değildi).

Mısır uygarlığından kalan hemen hemen her şey ölümle ilgilidir. Ölümün dinlerinin,

edebiyatlarının, sanatlarının belirleyicisi olduğu anlaşılıyor. Firavunlar için ölümden sonraki

yaşam, ister merdivenlere tırmanarak olsun ister güneş ışınları yoluyla olsun, açıkça çok

somut bir amaçtı. Bu nedenle eski Mısır uygarlığını günümüze taşıyan bu anıtların, ölülerine

bir yuva bulmak amacını taşıdığını neredeyse kesin bir biçimde söyleyebiliriz.

ELEŞTİREL BAKIŞ AÇISIYLA KONUNUN KRİTİĞİ KRİTİĞİ:

Eski Mısır kültürüyle ilgili kişilerin verdiği bilgilere bakılırsa, Eski Mısır herhangi bir

değişim dönemi geçirmeden, birdenbire, hazırlanıp bırakılmış duygusu veren bir uygarlıkla

ortaya çıkıvermiştir. Büyük şehirler, görkemli tapınaklar, çok üstün yetenek gösteren dev

yapıtlar, büyük işçiliğin göze çarptığı çok güçlü sokaklar, kusursuz lağım şebekeleri, kayalara

oyulmuş mezarlar, akıl almaz boyutlarda yapılmış piramitler ve daha birçok şaheser topraktan

fışkırmış gibidir. Tarihöncesi pek bilinmeyen bir ülke için bu apansız ilerleme ve gelişme tam

anlamıyla mucize olabilir.

Mısır’da tarıma elverişli alanlar yalnız Nil deltasında nehrin sağ ve sol yakasındaki

küçük bölümlerdedir. Bununla birlikte, uzmanlar, Büyük Piramidin yapıldığı günlerde 50

milyon kişinin yaşadığını ileri sürüyorlar. Bu sayı M.Ö. 3000′de bütün dünya nüfusunun 20

milyon olduğunu ileri süren görüşle büyük bir çelişkiye düşüyor!

Böylesine büyük tahminlerde birkaç milyon az olmuş, ya da fazla olmuş fark etmez,

ancak bütün bu insanların doyurulması gerektiği unutulmamalıdır. Çünkü eski Mısır’da yalnız

yapı işçileri, taş işçileri, mühendisler, denizciler değil; yüz binlerce köle, iyi örgütlenmiş bir

ordu, el üstünde tutulan bir rahipler sınıfı, sayısız tüccar, çiftçi ve memur da vardı. Üstelik,

ülkenin gelirleriyle bolluk içinde yaşayan bir de Firavun sarayı bulunuyordu. Bütün bu

saydığımız insanlar, Nil deltasının kısıtlı tarım ürünleriyle yaşayabilirler miydi?

Piramitlerin yapılmasını açıklayan bilgilerde, taş blokların kütükler üstünde

yuvarlanarak taşındığı söylenir.

Ancak Mısırlıların o çağlarda (tıpkı bugün olduğu gibi) güçlükle yetişen birkaç

ağacı, özellikle palmiyeleri, kesip kütük yaptıklarına inanmak çok zordur. Çünkü hurmaların

sağlayacağı besinden ve ağaç gövdelerinin sağlayacağı gölgeden vazgeçemezlerdi. Bununla

birlikte piramitlerin yapılabilmesi için kütük gerekiyordu; başka hiç bir teknik açıklama

olamazdı! Yoksa Mısırlılar kütük mü ithal ediyorlardı? Kütük ithal edebilmek için çok

geniş bir filoları olmalıydı; üstelik kütüklerin İskenderiye’ye indirildikten sonra Kahire’ye

kadar Nil üstünde taşınması gerekiyordu. Büyük Piramidin yapılması sırasında at ve araba

bulunmadığına göre, yine kütüklere dönüyoruz. At ve araba on yedinci sülale zamanında, yani

M.Ö. 1600′lerde kullanılmaya başlamıştı. Açıkçası, bu işin içinde bir iş vardır? Bilginler ise,

taşların kütükler üzerinde taşındığını söylerler…

Piramidi kuranların teknolojisi ile ilgili birçok soruna karşılık bir tek ciddi çözüm

yoktur.

Mısırlılar kaya mezarlarını nasıl oymuşlardı? Galerileri ve odaları kazmak için ne gibi

araçları vardı? Mezar duvarları pürüzsüzdü ve çok güzel kabartmalarla süslenmişti. Kayalık

toprakta, mezar odasına kadar, büyük bir ustalıkla kazılmış sütunlar ve çok ilerlemiş bir

taş işçiliği gerektiren merdivenler vardı. Bugün de aynen korunan bu akıl almaz mezarların

karşısında turist grupları büyük bir hayranlık duyarlar; ama hiç biri mezarların esrarengiz

yapılış tekniği hakkında doğru dürüst bir açıklama alamaz. Kesin olan bir şey vardır:

Mısırlılar, en eski çağlarda bile tünel kazma sanatında ustadırlar; çünkü en eski mezarların

kazılış biçimi, en yenilerin aynısıdır.

Altıncı sülaleden Tety’nin kaya mezarıyla, Birinci Krallıktan I. Ramses’inki arasında

hiç bir fark yoktur. Oysa ikisinin yapılış tarihleri arasında en azından 1000 yıllık bir ara

vardır. Bundan da anlaşılacağı gibi Mısırlılar eski tekniklerine katkıda bulunacak herhangi

yeni bir şey öğrenmemişlerdi. Hatta yeni kaya mezarlarının çoğu, eskilerinin zayıf bir kopyası

olmaktan ileri gidemiyordu.

Yolu, Kahire’nin batısındaki Keops Piramidine düşen bir turist, midesinin tam orta

yerinde, esrarengiz geçmişin kalıntıları karşısında ortaya çıkan kasılmayı duyar. Rehberi,

Firavunun burada gömülü olduğunu söyler. Turist bu büyük bilgeliği (!) sindirdikten ve birkaç

çarpıcı fotoğraf çektikten sonra evine döner. İşte bu Keops Piramidi yüzlerce çılgın ve tutarsız

düşünceye esin kaynağı olmuştur.

Charles Piazzi Smith 1864′te yayınladığı 600 sayfalık «Our Inheritance in the Great

Pyramid» (Büyük Piramitteki Mirasımız) adlı kitabında, piramitle dünyamız arasında tüyler

ürperten birçok bağıntıyı açıklamıştır.

Kitapta çok eleştirici bir incelemeden sonra bile, bizleri düşünmeye itecek birtakım

gerçekler bulunmaktadır.

Eski Mısırlıların güneşle ilgili bir dine bağlı oldukları çok iyi bilinen bir gerçektir.

Güneş Tanrıları Ra, göklerde gemisiyle yolculuk yapardı. Eski Krallığa ait Piramit yazıları

firavunun, tanrılar ve gemileri aracılığıyla, göklerde tanrısal gezintilere çıktığından söz eder.

Yani, Mısırlıların da firavun ve tanrıları uçabilirlerdi.

Keops Piramidinin yüksekliğinin bir milyarla çarpımının güneşle dünyamız arasındaki

uzaklığı vermesi bir rastlantı mıdır? (93 milyon mil) Piramidin üstünden geçen meridyenin

karaları ve denizleri tam eşit iki parçaya bölmesi bir rastlantı mıdır? Taban alanının,

yüksekliğinin iki katına bölünmesinin Pi = 3,14159 sayısını vermesi bir rastlantı mıdır?

Piramitte dünya ağırlığını gösteren hesapların bulunması bir rastlantı mıdır? Piramidin

kurulduğu kayalık alanın büyük bir özen ve doğrulukla düzeltilmiş olması bir rastlantı mıdır?

Keops Piramidinin kurucusu Firavun Khufu’nun, anıtı yaptırmak için neden özellikle

o kayalık taraçayı seçtiğini açıklamaya yarayacak bir tek ipucu bile yoktur. Kayada doğal bir

yarık olduğu ve firavunun bundan yararlandığı düşünülebilir mi? Bir açıklama da firavunun

piramitin gelişmesini yazlık sarayından izlemek için orayı seçtiğini ileri sürer. Bunların

ikisi de sağduyuya aykırıdır: Bir kere, Firavunun taşıma zorluklarını ortadan kaldırmak için,

doğudaki taş ocaklarına yakın bir yeri seçmesi gerekirdi. Sonra yıldan yıla artan gürültü patırtı

ya bile bile katlanması imkansızdı. Kitaplardaki açıklamalara karşı söylenebilecek birçok şey

olduğuna göre, tanrıların burada da işe burunlarını sokup sokmadıklarını sormak daha akıllıca

olmaz mı?

Ancak rahipler aracılığıyla, tanrıların piramitin kuruluş yerini seçtirdiklerini kabul

edersek, insanlığın geçmişiyle ilgili kuramıma bir delil daha kazandırmış oluruz. Çünkü

piramit yalnız karaları ve denizleri iki eşi parçaya ayırmakla kalmaz, aynı zamanda dünyanın

ağırlık merkezinin de tam ortasında bulunur. Şimdiye kadar sözünü ettiğim olgular birer

rastlantı değilse (ki böyle olduğuna inanmak pek güçtür); piramidin kurulacağı alanın,

dünyanın küre biçimini ve kıtalarla denizlerin dağılımını çok iyi bilen varlıklarca seçildiği

ortaya çıkar. Bu arada Piri Reis’in haritalarını da unutmayalım! Bütün bunların rastlantı

olduğunu, peri masalları gibi açıklanabileceğini sananlar yanılmaktadırlar.

Kayalık taraça hangi güçle, hangi makinelerle, hangi teknik kaynaklarla düzeltilmişti?

Kaya mezarları hangi imkanlarla ve nasıl kazılmıştı? Nasıl aydınlatılmıştı? Piramitlerde ve

Krallar Vadisi’ndeki kaya mezarlarında meşale ya da benzeri bir aydınlatıcı kullanılmamıştı.

Duvarlarda ve tavanlarda ne bir kararma, ne de kararmanın silinip yok edildiğini gösterecek

bir iz bulunmuştu. Taş bloklar ocaklardan nasıl ve neyle çıkarılmıştı? Keskin kenarlar

ve pürüzsüz yüzeyler nasıl sağlanmıştı? Tonlarca ağırlıktaki bu kayalar nasıl taşınmış

ve santimetrenin binde biri gibi bir yakınlıkla nasıl birleştirilmişlerdi? Elbette burada da

karşımıza bir sürü açıklama çıkmaktadır: eğimli düzlükler, üstünde taşların itildiği yollar,

rampalar v.b. bir de doğal olarak yüz binlerce Mısırlı kölenin emeği; fellahlar, mimarlar ve taş

işçileri.

Bu açıklamalardan hiç biri, eleştirici bir yoklamaya dayanacak güçte değildir. Büyük

Piramit, hiç bir zaman anlaşılamamış olan bir tekniğin gözle görülür tanıklığını yapmaktadır.

Günümüzde hiç bir mühendis, bütün kıtaların teknik kaynakları emrine verilse bile Keops

Piramidinin bir benzerini yapamaz.

2.300.000 dev blok taş ocaklarından çıkarılmış, biçimlendirilmiş, taşınmış ve yapı

alanında santimetrenin binde biri gibi bir yakınlıkla birleştirilmişti. Ve ta içerlerde, duvarlar

rengarenk boyanmış, resimler çizilmiş ve süslenmişti.

Piramidin kurulduğu alan, firavunun kaprisleri sonucu seçilmişti.

Piramidin boyutlarını mimarı şans eseri bulmuştu.

Birkaç yüz «biri işçi on iki ton ağırlığındaki taş blokları, (var olmayan) kütükler

üzerinde, (var olmayan) iplerle çekip taşımışlardı.

Bütün bu işçiler (var olmayan) yiyeceklerle beslenmişlerdi.

Firavunun yazlık sarayı dışına kurdurduğu (var olmayan) kulübelerde uyumuşlardı.

(Var olmayan) ses yükselticilerinden duyulan tempolara uyarak, on iki ton ağırlığındaki taş

blokları göğe doğru yükseltivermişlerdi.

Çalışkan işçilerin olağanüstü bir çabayla günde on parçayı üst üste koyduklarını kabul

edersek, piramitteki yaklaşık iki buçuk milyon taşın 250.000 gün, yani 664 yılda yerine

yerleştirildiği ortaya çıkar. Oysa piramidin 20-30 yılda tamamlandığı ileri sürülmektedir.

Elbette büyük bir ciddiyetle geliştirilen bu düşünceye gülünç deyip geçemeyiz. Ancak

piramidin yalnızca bir firavun mezarı olduğuna inanacak kadar saf mıyız? Bundan sonra

piramitteki matematik ve astronomi işaretlerini baştan sona şans eseri olarak niteleyebilecek

biri çıkabilir mi?

Bugün Büyük Piramidin yaptırıcısı olarak tartışmasız Firavun Khufu bilinir. Neden?

Çünkü bütün yazılar ve tabletler Khufu’ya aittir. Bence piramidin bir insan ömrü süresinde

bitirilmiş olması imkansızdır. Bu bakımdan Khufu, ününü sürdürmek için o yazı ve tabletleri

hazırlatıp oraya koydurmuş olamaz mı? Bu yolla ün sağlamak geçmişte pek tutulurdu.

Sözgelişi, bir diktatör kendisine ün sağlamak istediğinde aynı işe girişirdi. Eğer burada da

durum gerçekten böyleyse, Khufu kartvizitini bırakmadan çok önce piramidin yapılmış

olması gerekirdi. Oxford’daki Bodleian Kitaplığında bulunan bir belgede, Kopt yazarı, Mas-

Udi, Büyük Piramidi Mısır Kralı Surid’in yaptırdığını ileri sürer. Ne var ki bu Surid, Mısır’ı

Tufandan önce yönetmiştir. Bu bilge Surid, rahiplerine, bütün bilgeliklerini yazmalarını ve

Büyük Piramide gizlemelerini emretmiştir. Demek ki Kopt geleneğine göre piramit Tufandan

önce yapılmıştı.

Heredotos, ikinci tarih kitabında bu görüsü doğrulamaktadır.

Teb rahipleri ona 341 dev heykel göstermiş, bunların her birinin 11.340 yıllık Mısır

tarihi içinde dikildiğini söylemişlerdi. Şimdi her yüksek rahibin yaşadığı süre içinde bir

heykel diktirdiğini biliyoruz. Heredotos bunu kendi gözleriyle görmüştü, çünkü Mısır’da

kaldığı süre içinde tanıştığı bütün rahipler, oğulun babayı izlediğini ispatlamak için, kendi

diktirdikleri heykelleri göstermişlerdi.

Ayrıca rahipler açıklamalarının çok kesin ve doğru temellere dayandığını, çünkü

kuşaklar boyu olanların türlü biçimlerde yazılarak ileriye aktarıldığını belirtmişler; 341

heykelin 341 ayrı kuşağı temsil ettiğini ve bu 341 kuşaktan önce tanrıların insanlar arasında

yaşadığını söylemişlerdi. Yine rahiplerin bildirdiğine göre o günlerden sonra hiç bir tanrı

Mısırlılara insan biçiminde gözükmemişti.

Mısır’ın tarihsel dönemi genellikle 6.500 yıl olarak bilinir. Öyleyse rahipler gezgin

tarihçi Heredotos’a geçmişlerin 11.340 yıl olduğu şeklinde bir yalanı söylemeye neden

gerek duymuşlardı. Hem neden 341 kuşak boyunca tanrıların insanlar arasında yaşamadığını

belirtmişlerdi? Bu iki noktada göze çarpan kesin ayrıntılar, çok eski çağlarda ‘tanrılar’

gerçekten insanların arasında yaşamamış olsalardı, çok anlamsız olmazlar mıydı? Daha

doğrusu rahipler Herodotos’a yalan söylememişlerdi!

Kaynaklar:

Paul Aron, Tarihin Büyük Sırları, Aykırı tarih

 
  Bugün 2 ziyaretçikişi burdaydı!
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol